NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
9 - (904) وحدثني
يعقوب بن
إبراهيم
الدورقي.
حدثنا إسماعيل
بن علية عن
هشام
الدستوائى.
قال: حدثنا أبو
الزبير عن
جابر بن
عبدالله. قال:
كسفت
الشمس على عهد
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم
في يوم شديد
الحر. فصلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم بأصحابه.
فأطال القيام.
حتى جعلوا
يخرون. ثم ركع
فأطال. ثم رفع
فأطال. ثم ركع
فأطال. ثم رفع
فأطال. ثم سجد
سجدتين. ثم قام
فصنع نحوا من
ذاك. فكانت
أربع ركعات
وأربع سجدات.
ثم قال " إنه
عرض على كل
شيء تولجونه.
فعرضت على
الجنة. حتى لو
تناولت منها
قطفا أخذته
(أو قال
تناولت منها
قطفا) فقصرت يدي
عنه. وعرضت
على النار.
فرأيت فيها
امرأة من بني
اسرائيل تعذب
في هرة لها.
ربطتها فلم تطعمها.
ولم تدعها
تأكل من خشاش
الأرض. ورأيت
أبا ثمامة
عمرو بن مالك
يجر قصبه في
النار. وإنهم
كانوا يقولون:
إن الشمس
والقمر لا يخسفان
إلا لموت
عظيم. وإنهما
آيتان من آيات
الله
يريكموهما.
فإذا خسفا
فصلوا حتى
ينجلى".
[ش (لو تناولت
منها قطفا
لأخذته) معنى
تناولت، مددت
يدي لأخذه.
والقطف
العنقود. وهو
فعل بمعنى
مفعول. كالذبح
بمعنى
المذبوح. (في هرة
لها) أي بسبب
هرة لها. (خشاش
الأرض) هي
هوامها
وحشراتها.
وقيل: صغار
الطير. وحكى
القاضي فتح
الخاء وكسرها
وضمها. والفتح
هو المشهور. (يجر
قصبه) القصب
هي الأمعاء].
{9}
Bana Yâkûb b. İbrahim
Ed-Devrakî rivayet etti. (Dediki): Bize İsmail b. Uleyye, Hişâm-ı Destevâî'den,
rivayet etti. Demişki: Bize Ebû'z-Zübeyr Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet
etti. Câbir şöyle demiş:
Resulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) zamanında pek sıcak bir günde güneş tutuldu. Bunun üzerine
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabına namaz kıldırdı. Amma kıyam'ı
uzattı. O derecede ki, ashâb (yorgunluktan) düşmeye başladılar. Sonra rükû'a
gitti» onu da uzattı. Sonra rükû'dan başını kaldırdı; kavmeyi de uzattı. Sonra
(tekrar) rükû'a vardı, onu da uzattı. Sonra rükû'dan başını kaldırdı ve kavmeyi
yine uzattı. Sonra iki secde yaptı. Sonra kalkarak yine bu şekilde hareket
etti. Böylece namaz dört rükû ile dört secdeli (olarak) kılındı. Sonra şöyle
buyurdular:
«Şu muhakkak ki, sizin
gireceğiniz her yer bana arzolundu. Ezcümle bana cennet arzolundu. O derece
(yaklaştırıldı) ki, ondan bir salkım koparmak için elimi uzatsam, onu
alabilirdim, (yahut ondan bir salkım üzüm koparmaya uzandım da, koparmaya elim
varmadı, dedi.) Bana cehennem de arz olundu, orada Benî İsrail'den kedisi yüzünden
azâb olunan bir kadın gördüm. (Vaktiyle) hayvanı bağlamış da, doyurmamış. Yerin
haşerâtından yemesine de müsâade etmemiş. Ebu Sümâme Amr b. Mâlik'i de gördüm,
cehennemde bağırsaklarını sürükleyip duruyordu. Bu gibiler: (Şüphesiz güneşle
ay yalnız bir büyüğün vefatından dolayı tutulurlar) derlerdi. Güneş'le ay
Allah'ın size gösterdiği âyetlerinden iki âyettirler. Bunlar tutuldukları
vakit, açılıncaya kadar siz namaz kılın.»
(904) وحدثنيه
أبو غسان
المسمعي.
حدثنا
عبدالملك بن
الصباح عن
هشام، بهذا
الإسناد،
مثله. إلا أنه
قال:
"ورأيت
في النار
امرأة حميرية
سوداء طويلة".
ولم يقل: "من
بني إسرائيل".
{….}
Bana, bu hadîsi Ebû
Gassân El-Mismaî de rivayet etti. (Dediki): Bize Abdülmelik b. Sabbâh,
Hişâm'dan bu isnâdla, bu hadisin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o:
«Ben, cehennemde
Hımyerli siyah ve uzun bir karı gördüm.» dedi? «Benî İsrail'den.» kaydını
söylemedi.
10 - (904) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا
عبدالله بن نمير.
ح وحدثنا محمد
بن عبدالله بن
نمير. (وتقاربا
في اللفظ) قال:
حدثنا أبي.
حدثنا عبدالملك
عن عطاء، عن
جابر. قال:
انكسفت
الشمس في عهد
رسول الله صلى
الله عليه وسلم.
يوم مات
إبراهيم ابن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. فقال
الناس: إنما
انكسفت لموت
إبراهيم. فقام
النبي صلى
الله عليه
وسلم فصلى بالناس
ست ركعات
بأربع سجدات.
بدأ فكبر. ثم
قرأ فأطال القراءة.
ثم ركع نحوا
مما قام. ثم
رفع رأسه من
الركوع فقرأ
قراءة دون
القراءة
الأولى. ثم
ركع نحوا مما
قام. ثم رفع
رأسه من الركوع
فقرأ قراءة
دون القراءة
الثانية. ثم
ركع نحوا مما
قام. ثم رفع
رأسه من
الركوع. ثم
انحدر
بالسجود فسجد
سجدتين. ثم
قام فركع أيضا
ثلاث ركعات.
ليس فيها ركعة
إلا التي
قبلها أطول من
التي بعدها.
وركوعه نحوا
من سجوده. ثم
تأخر وتأخرت الصفوف
خلفه. حتى
انتهينا.
(وقال أبو بكر:
حتى انتهى إلى
النساء) ثم
تقدم وتقدم
الناس معه. حتى
قام في مقامه.
فانصرف حين
انصرف، وقد
آضت الشمس.
فقال: "يا أيها
الناس ! إنما الشمس
والقمر آيتان
من آيات الله.
وإنهما لا ينكسفان
لموت أحد من
الناس (وقال
أبو بكر: لموت بشر)
فإذا رأيتم
شيئا من ذلك
فصلوا حتى
تنجلى. ما من
شيء توعدونه
إلا قد رأيته
في صلاتي هذه. لقد
جيء بالنار.
وذلكم حين
رأيتموني
تأخرت مخافة
أن يصيبني من
لفحها. وحتى
رأيت فيها
صاحب المحجن
يجر قصبه في
النار. كان
يسرق الحاج
بمحجنه. فإن
فطن له قال:
إنما تعلق
بمحجني. وإن
غفل عنه ذهب
به. وحتى رأيت
فيها صاحبة الهرة
التي ربطتها
فلم تطعمها.
ولم تدعها
تأكل من خشاش
الأرض. حتى
ماتت جوعا. ثم
جيء بالجنة. وذلكم
حين رأيتموني
تقدمت حتى قمت
في مقامي.
ولقد مددت يدي
وأنا أريد أن
أتناول من
ثمرها
لتنظروا إليه.
ثم بدا لي أن
لا أفعل. فما
من شيء
توعدونه إلا
قد رأيته في
صلاتي هذه".
[ش
(وقد آضت
الشمس) ومعناه
رجعت إلى
حالها الأول
قبل الكسوف.
وهو من آض
يئيض، إذا
رجع. ومنه قولهم:
أيضا. وهو
مصدر منه. (مخافة
أن يصيبني من
لفحها) أي من
ضرب لهبها.
ومنه قوله
تعالى: تلفح
وجوههم النار.
أي يضربها لهبها.
والنفح دون
اللفح. قال
الله تعالى:
ولئن مستهم نفحة من عذاب
ربك. أي أدنى شيء
منه. (بمحجنه)
المحجن عصا
معقفة الطرف].
{10}
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Abdullah b. Numeyr rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Abdillâh b. Nümeyr de rivayet etti. İkisinin sözleri de biribirine yakındır.
Dediki: Bana babam rivayet etti. (Dediki): Bize Abdülmelik, Atâ'dan, o da
Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
Resûlullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) zamanında Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in oğlu
İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutuldu. Halk derhâl:
«Bu güneş ancak
İbrahim'in vefatı için tutulmuştur.» dediler.
Bunun üzerine Peygamber
{Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ayağa kalkarak, cemaata dört secde ile altı
rükû'lu (iki rek'at) namaz kıldırdı. Evvelâ tekbîr aldı, sonra Kur'an okudu.
Ama kıraati uzattı. Sonra aşağı yukarı kıyamı derecesinde uzun bir rükû' yaptı.
Sonra başını rükû'dan kaldırarak birinci kırâatdan daha kısa olmak üzere Kur'an
okudu. Sonra aşağı yukarı kıyam'ı derecesinde bir rükû' yaptı. Sonra başını
rükû'dan kaldırarak ikinci kırâatdan daha kısa olmak üzere Kur'an okudu. Sonra
ayakta kaldığı kadar uzun süren bir rükû' yaptı. Sonra başını rükû'dan
kaldırdı. Sonra secdeye kapandı ve iki secde yaptı. Sonra kalkarak yine üç rükû
yaptı ki, bu üç rükû'dan her biri kendinden sonrakinden daha uzundu. Rüku'u da
takriben sücûdu kadar oluyordu. Sonra geriledi, arkasındaki safflarda
gerilediler. Böylece son satf'a vardık.
(Râvî Ebu Bekir: Böylece
kadınlar saff'ına vardık, diye rivayet etti. Sonra Resulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) (tekrar) ilerledi, onunla birlikte cemâat da ilerledi.
Nihayet Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (evvelki yerine durdu.
Namaz'dan, ayrılhği zaman güneş de eski hâline dönmüştü.
Bunun üzerine Resûlullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şunları söyledi:
«Ey Cemâat! Güneş ile ay
ancak Allah'ın âyetlerinden iki âyetdirler. Bunlar insanlardan hiçbir kimsenin
ölümünden dolayı tutulmazlar. (Ebu Bekîr: Beşer'in ölümünden dolayı, dedi.) Sîz
bu nev'îden bir şey gördünüz mü açılıncaya kadar namaz kılın. Size vaad edilen
hiç bir şey yoktur ki, ben onu şu namazımda görmüş olmıyayım. Sizi te'mîn
ederim ki, bana cehennem getirildi. Bu da yalını bana dokunur korkusu ile
gerisi geriye çekildiğimi gördüğünüz sırada oldu. Hattâ orada çomaklı herifin
ateş içinde bağırsaklarını sürüdüğünü gördüm. Vaktiyle hacıların paralarını
çomağı ile çalardı. Eğer malının çalındığını anlayan olursa: (çomağıma
takıldı.) derdi. Farkına varan olmazsa alıp götürürdü. Ben, orada kedi sahibi
kadını da gördüm; o kadın ki vaktiyle kediyi bağlayarak aç tutmuştu. Ona, yerin
haşerâtından yemesine müsaade etmemiş, nihayet hayvan açlıktan ölmüştü. Sonra
(bana) cenneti de getirdiler, bu da eski yerimde duruncaya kadar ilerlediğimi
gördüğünüz sırada oldu. Yemin olsun ki elimi uzattım, siz güresiniz diye
cennetin meyvelerinden koparmak istiyordum. Sonradan bunu yapmamayı düşündüm.
İşte bu suretle size vaadedilen her şey'i ben bu namazımda görmüş oldum.»
İzah:
Resulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)'in «Sizin gireceğiniz her yer bana arzolundu...» sözünden
murâd: Cennet, cehennem, kabir ve mahşer gibi, kulların öldükten sonra
varacakları yerlerdir.
Kaadı İyâz Peygamber
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in cennet ve cehennemi görmesi hususunda şunları
söylemiştir: Ulemânın beyânına göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in
cennet ve cehennemi aynen görmüş olması muhtemeldir. Cenâb-ı Hak aradan perdeyi
kaldırarak, onları kendisine göstermiştir. Nitekim İsrâ hâdisesinde müşrikler
kendisine Kudüs'teki Mescîd-i Aksâ'yı sordukları vakit hâl böyle olmuş yâni
Allah Teâlâ Mescîd-i Aksâ'yı Resûl-i Zîşan'ına göstermiş; o da gözüyle görerek
onu müşriklere tavsif etmişti. Maamâfih yine ulemânın beyânına göre onları
aynen değil de, ilmen görmüş olabilir. Kendisine cennet ve cehennemin hâlleri
vahy suretiyle arz olunmuş, bu suretle o zamana kadar bilmediği bu hâlleri
tafsilatı ile öğrenmiş ve beyân buyurmuştur. O zamana kadar bilmediği bu
hâlleri son derece büyük gördüğü için de:
(Benim bildiklerimi siz
bilseniz mutlaka çok ağlar; az gülerdiniz.) buyurmuştur.»
Kaadı İyâz, ulemânın bu
iki te'vîlinden birinciyi hadisin sözlerine daha uygun bulmuştur. Zira hadîsin
metninde elini uzatmak, salkım koparmak, cehennemin alevi çarpmasın diye geriye
çekilmek gibi sözler vardır ki, bunlar ilmen değil; aynen gördüğüne delâlet
ederler.
«Haşâşû'l-Erd»: Yer'in
böcekleri, demektir. Bâzıları: «Bundan murâd: kuşlardır.» demişlerdir.
Kaadı îyâz'ın
rivayetine göre «Haşâş» kelimesini «Hişâş» ve «Huşâş» şekillerinde okuyanlarda
olmuşsa da, «Haşâş» kıraati meşhurdur.
Kaadı îyâz, kediyi aç
bıraktığından dolayı kadının kazandığı günâhı, küçük günahlardan saymış ve: «Bu
hadis, küçük günahlardan dolayı muâhaze olunacağına delildir. Ama kadının
bundan dolayı ateşle azâb olunduğuna hadîste delâlet yoktur. İhtimâl, bu kadın
kâfirmişdir de, kedi sebebi ile azabı arttırılmıştır.» demişse de, Nevevî bunu
haklı olarak doğru bulmamış ve kendisine şu cevâbı vermiştir: «Doğrusu hadisde
tasrîh buyurulduğu vecihle kadın, kedi sebebi ile azâb olunmuştur. Kadının suçu
büyük günahtır. Çünkü hayvanı bağlamış ve ölünceye kadar salmamıştır. Küçük
günah üzerinde ısrar etmek, o günahı büyütür. Nitekim fıkıh kitaplarında ve
diğer yerlerde bu böylece takrir olunmuştur. Hadisde kadının kâfir olduğunu
iktizâ eden bir cihet yoktur.»
Hadiste zikri geçen
«lefh» den murâd: Cehennem alevinin vurmasıdır. Bu mânâda bir de «nefh»
kelimesi kullanılırsa da, nefh mânâ itibariyle lefh derecesine varmayan alev,
demektir.